Kalp sol tarafındaki temiz kanı pompalayarak vücuttaki tüm doku ve organların beslenmesini, sağ tarafına gelen kullanılmış kirli kanı da akciğerlere pompalayarak temizlenmesini sağlar. Temiz kan yine kalbin sol tarafına gelir ve bu ömür boyu süren bir fonksiyondur. Dolayısıyla kalp, içinden sürekli kan geçen hareketli bir organdır. Hem bu sebeple, hem de insanoğlu tarafından kalbe yüklenen manevi değerler nedeniyle insanlık tarihi boyunca kalp dokunulamaz organ olarak görülmüştür.

Kalp ile ilgili ilk cerrahi girişim denemeleri yaralanmalar konusunda olmuş ve yaşayan bir insanın kalp kasına ilk dikiş 1896’da atılmıştır. Bu kalbe yönelik yapılan ilk cerrahi girişimdir. İnsanlık tarihi düşünüldüğünde; kalbe olan mesafe sadece birkaç santimetre olduğu halde, cerrahi sanatının  bu yolu binlerce yılda kat edebildiği görülmektedir. 20. yüzyıl ile birlikte, tıptaki tekniklerin de ilerlemesiyle Kalp Cerrahisi gelişim göstermeye başlamış ve önemli bir adım olarak, ilk kez 1938’de aort damarı ile akciğer atardamarı arasındaki açıklık cerrahi olarak kapatılmıştır. Ancak Kalp Cerrahisinin gelişiminin mihenk noktası, vücut dışı dolaşımı sağlayan ve böylece hareketsiz ve kansız bir ortam sağlayan kalp-akciğer makinesinin tıbbın hizmetine sunulmasıdır. Bu milat 1953 senesinde ABD, Minnesota eyaletinde Gibbon tarafından gerçekleştirilmiştir. Sonrasında bu teknikteki gelişmeler ile birlikte, takip eden 20-30 yıl içinde Kalp Cerrahisi büyük gelişme göstermiş ve dünyada yaygınlaşmaya başlamıştır.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde de 1960’lı yıllarda doğuştan kalp hastalıkları, 1970’li yıllarda koroner ve kapak ameliyatları yapılmaya başlanmış, takip eden 10-20 yıl içinde bu ameliyatları yapan merkezlerin sayısı giderek artmaya başlamıştır.

 

Leave a Comment